18 Ocak 2013 Cuma

Kendi Ruhu




KE(N)Dİ RUHU

Evimin iki sokak ötesinde bir çöp konteynırına tırmanmak için didinip duran bir kedi gördüm bu sabah.
İşe gitmek için rutin merdivenleri inip dışarıya doğru süzüldüğümde yürüdüğüm mesafeye sıkışan yağmurdan ıslanmış bir sokak kedisinden başka bir şey değildi o.
İlerideki kahvaltı salonu henüz güne başlarken onu pas geçmişti muhtemelen.
O yüzden kedinin şaşkın yönsüzlüğündeki arayış içime bir an dokunup geçti.
Oksitlenmiş yaşantımı düşünüp ruh çözücüleriyle ayakta tutmaya çalıştığım inançlarım girdi koluma.
Bakışlarımda güveni hissettim.
Taze ve yeni pişmiş bir ekmeğin havadaki buğusunu ciğerime çekercesine tuhaf bir yaşam sevinci doldu içime.
Aynı anda aklımı tırmalayan belirsizliklerde diğer köşede saf tuttu.
Küçülesim geldi bu sabah …
Sokak kedisi gibi rastgele olasım, rastlantıya bulanasım geldi.
Özlediğim, yorulduğum,güvelere teslim ettiğim ruhum geldi aklıma.
İçimde camdan bir kalp mırıldadı, hafiflettim kendimi kaldırımlarda.
Gökyüzüne tırmandı düşlerim, bedenim ufaldı.
Menzilim genişledi, nefesim daraldı.

Ufak tefek olmak istiyor bazen insan.
Kıyıda köşede bir ayrıntı, cilt cilt kitapların dip notu yada gazetelerin satır arası olmak istiyor.
Göze görülmeyecek kadar uzaklara dalıp giderken yaşamın neresinde olduğunu soruyor kendi kendine.
Evin dışına doğru açılan o sürgülü kapıdan başını uzatıp hiçkimselerin arasına karıştığında güvende hissediyor kendisini.
Herkesin ansızlaştığı zamanlar vardır elbet !
Gazete kupürlerinden, tüllerin güpürlerinden sakınıp saklanmak istediği işlevselliğini yitirdiği dönemeçleri vardır.
Karar anlarıdır o anlar, nefes arasıdır, soluk molasıdır.
Durmak ile koşmak arasındaki adımların yürüyüş temposuna göre kendisini dizayn ederek düşüncesindeki ile hayatına yansıyan arasındaki farkı sınamasıdır o pasif eylem durumu.

Aklın muhakeme yapma, ruhun süzgeçten geçirme , ayırma ve tercih yapma yeteneğinden en fazla kendimize bir yaşam seçerken faydalanırız.
Kırılganlığın doruk noktasına ulaştığı anlardır o anlar şüphesiz.
Ve muhakkak ki içimizde itilafa düşen duygu çatışmalarının orta yerinde kalakalırız.
Dünya üzerime yürüyor gibi hissediyor bu yüzden.
Bu yüzden tedirginliğim artıyor.
Kendini birine teslim etmek gibi yada birinden çekilip uçsuz bucaksız yalnızlıklara kucak açmak gibi mistik bir yara dilleniveriyor.
Bırak diyen yanım ile çek diyen yanım savaşırken çelimsizleşiyorum.
Git gide sarpa sarıp bana dolanan dünyanın dönüşüyle beraber yadırgadığım o labiretin içinde kendi eleğimden geçiyorum.
Düşünüyorum da bir insanın kendisini sorgulamasından daha zor bir muhakeme yok.
Hem tanık hem sanık, hem avukat hem savcı !
Jüri üyesi olup duruşmaya tarafsız gözle bakmayı özlediğim o zamanlarda içimdeki duygulardan arınmam mümkün olmuyor maalesef.
Oysa yapacağım seçimi çoktan bilmeme rağmen kendime yaptığım bu insafsızlığı yadırgıyorum bu yüzden.
Oldum olası duygularımın doğrultusunda karar aldım.
Hislerimin beni sürüklediği yerlere gittim.
Sevginin doruklarına, şiddetin ve öfkenin yanardağ patlamalarına şahitlik ettim.
İnişlerim çıkışlarım sertti !
Bende sertleştim, belki birazda irileşmiş olabilirim.
Herşeyin ebatının küçülüp eksildiği bu çağa rağmen irileştim.
Ekmeğin gramajı, insan algısının görsellikte çuvallaması yahut bira şişelerinin küçülerek yeni isimlerle piyasaya sürülmesi benim tezatımdı.
Politik literatürlerden tiksinme nedenim bu olsa gerek.
Her numarasını iyi bilip evrensel düşünceyle tıka basa yenildiğimiz politik arzularımız çarşı Pazar dolaşıp siyasetçi kılığına girdiği için ilgili ilgisizler kervanına katıldım.
Duygularım bir sokak kedisi kadar rassaldı çünkü.
Duygularım bir sokak kedisi kadar çevik atik ve kaçmaya elverişli ilham perileri gibiydi.
Kaprisliydi yaralanışlarım, yalanlanışlarım…
Bende hüküm süren ufalma arzusu ve ruhuma çöreklenen yoğun hava kütlesi beni haylaz bir külçeye dönüştürse de o sokak kedisinin bakışlarını hep çok iyi anladım.
Çünkü çocukluğumdan beri her zaman bildim ki; bende o sokak kedisi kadar bu dünyadan beslenip, o sokak kedisi kadar aşkla yalpalayan ufak hayatın mutlularındandım.
Aşkla örülmüşse yaşamın derisi / Sokak kedisidir insanın kendisi…
Nerde şefkat kırıntısı varsa oraya kıvrılır.

C. KORKUT ÇOLA

16 Ocak 2013 Çarşamba

1001 icat




MÜSLÜMANLARIN DÜNYAYI DEĞİŞTİREN 20 İCADI
İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden The Independent Müslüman mucitlerin Avrupa’yı ve dünyayı nasıl değiştirdiğini anlatan bir haber yayınladı.
Avrupa’da Müslüman göçmenlerin entegrasyonu konusu gündemin en üst sıralarında yer alırken İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden The Independent Müslüman mucitlerin Avrupa’yı ve dünyayı nasıl değiştirdiğini anlatan bir haber yayınladı.
1001 Buluş sitesinden yararlanılarak hazırlanan haberde, Müslümanların dünyayı değiştiren 20 icadına yer verildi. Haberde İslam dünyasında yaşanan kahvenin bulunması, ilk uçma deneyi, cerrahi aletlerin dizaynı, dolmalakemin icadı gibi gelişmelerin insanlığın yaşamını nasıl değiştirdiği anlatıldı.
İşte Independent’a göre Müslümanların en büyük 20 icadı:
1) Rivayete göre Güney Etiyopya’nın Kaffa bölgesinde Arap bir çoban olan Halid koyunlarının bir bitkiyi yedikten sonra canlandığını gördü. Halid bu bitkiden topladı ve götürüp kaynarak içti. İlk olarak geceleri uyanık kalıp çalışmak ya da dua etmek isteyen Sufi alimler tarafından kullanıldığı tahmin edilen kahve ancak 1645 yılında Venedik’e ulaştı. İngiltere’nin başkenti Londra’daki ilk kahvehaneyi ise bir Türk açtı.
2) Antik Yunan ’da insanlar gözümüzden ışınların çıktığını ve bu sayede görebildiğimizi düşünürdü. Dünyada ilk kez ışığın göz içine girerek kırılması sonucunda dünyayı gördüğünü keşfeden 10. yüzyılda yaşamış bir Müslüman alim olan İbni Haytam’dı. Karanlık odayı ve ışık oyunlarıyla görüntü elde etmeyi ilk olarak İbni Haytam keşfetmişti.
3) Satrançın bugün oynanan formu ilk kez İran’da geliştirildi ve buradan Batıya yayıldı. 10. yüzyılda İspanyollar Emeviler aracılığıyla satrançla tanıştı.
4) Wright Kardeşlerin ilk uçma denemesinden 1000 yıl kadar önce 852 yılında Abbas İbn Firnas adlı bir Arap Cordoba’daki Ulucaminin minaresinden tahtadan kanatlarla atladı. Uçmayı umuyordu, tabii uçamadı. Ama tahta kanatların yarattığı paraşüt etkisi sayesinde hafif bir şekilde yere düştü. 875 yılında 70 yaşındayken bu kez ipek ve kartal tüylerinden yaptığı kanatlarla bir uçurumdan atladı. 10 dakika kadar havada kalmayı başardı.
5) Haçlı Seferlerindeki Hıristiyan askerleri gören Müslümanları dehşete düşüren şey onların saldırganlığı değil Avrupalıların çok nadir banyo yapmaları ve vücutlarının çok kötü kokmasıydı. Eski Mısır’da da sabun vardı ancak Araplar bitki yağlarını karıştırarak modern anlamdaki sabunu oluşturdu. Şampuan da bir Arap icadıdır. Şampuan ilk kez İngiltere’ye 1759′da gelmiştir.
6) Sıvıları dağişik kaynama noktalarına göre birbirinden ayırma da ilk kez Müslüman bilim insanı Jabir ibni Hayyan tarafından bulundu. Yaptığı deneylerle de modern kimyanın kurucusu sayıldı.
7) Düz hareketi döner harekete çeviren mil sistemi de ilk kez bir İslam bilgili olan El Ciziri tarafından geliştirilmiş ve içten ateşli motorun icadına kadar tüm dünyadaki mekanik cihazların temel presibini oluşturmuştu.
8)Elbiselerin kumaşı ve astarının arasına dolgu malzemesi kullanılması da yine Ortadoğu’da ortaya çıkan bir icattır.
9) Kubbe ve kemer şeklindeki yapılar İslam mimarisinin ürünüdür. Özellikle kubbe mimarisi konusundaki teknikler Avrupa’ya İslam bilginleri aracılığıyla taşınmıştır. İngiltere Kralı V Henry’nin sarayının mimarı da bir Müslümandı.
10) Dünyada bugün kullanılan cerrahi aletlerin tümünün nihai dizaynları Endülüs Emevilerinden El Zehravi’ye aittir. Neşter, kemik testereleri, göz ameliyatı makaslarının da aralarında bulunduğu 200 cerrahi alet modern tıpta da kullanılır. Hayvan bağırsaklarından yaptığı iplikle attığı dikişlerin kendi kendine kaybolduğunu da Zehravi keşfetmiş ve yine hayvan bağırsaklarından ilk kapsülü yapmıştır. 13. yüzyılda İbn Nafis de dolaşım sistemini tanımlamıştır.
11) Rüzgar değirmeni ilk olarak İran’da keşfedilmiş ve Arap ülkelerinde de geliştirilmiştir. Avrupa’da ilk rüzgar değirmeni bundan tam 500 yıl sonra kullanılmaya başlamıştır.
12) İlk aşı da İslam dünyasında geliştirildi. Çiçek aşısının Avrupa’da kullanılmasından 50 yıl önce Osmanlı’daki çocuklar Çiçek hastalığına karşı aşılanıyordu.
13) İlk dolmakalem de 953 yılında ellerini mürekkeple kirletmekten bıkan Mısır Sultan’ın isteği üzerine icat edildi.
14) Alogratma ve Trigonometri de İslam dünyasından Avrupa’ya gitti.
15) Ali İbni Nafi, Irak’tan İspanya’nın Cordoba şehrine geldiğinde Avrupa ilk kez bir öğünde üç çeşit yemek kültürüyle tanıştı. İbni Nafi’nin menüsü çorba, ardından balık ya da et, onun da ardından meyve ve çerezden oluşuyordu. Avrupa’ya ilk cam bardaklar da bu dönemde geldi.
16) Halı da Müslümanlar tarafından Avrupa’ya taşındı. Halı dokumasındaki tekniklerin hemen hemen tümü de Avrupalılar tarafından Müslümanlardan alındı.
17) Modern banka çekinin kökeni de Araplarda kullanılan ve “sak” olarak adlandırılan bir kağıttı. Araplarda eskiden kervan soygunları çok olunca uzak yerlerdeki mallarını insanlar küçük yazılı kağıtlarla satmaya başladı. Dokuzuncu yüzyılda Müslüman bir tüccar Çin’de elindeki “sak”ları bozdurabiliyordu.
18) Dokuzuncu yüzyılda çok sayıda İslam alimi dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylüyordu. Yani Galileo’dan tam 500 sene önce. O zaman yapılan ölçümlere göre dünyanın çapı 40 bin 253 kilometreydi. (gerçek ölçüden 200 kilometre daha az)
19) Araplar barutu ilk kez askeri amaçla kullanmıştır. Özellikle Haçlı Seferlerinde kullanılan roket benzeri patlayıcılar Hıristiyan askerler arasında büyük dehşet uyandırmıştır.
20) Ortaçağ Avrupasında birçok evin bahçesinde tüketim için bitkiler yetiştirilirdi ancak bir bahçe kültürü yoktu. Bahçe dekorasyonu ve düzenlemesi de Avrupa’ya İslam dünyasından taşındı.

9 Ocak 2013 Çarşamba

Yoneticiler Artik Kravat Takmiyor!














Amerikanın en karlı şirketlerinin patronları ve üst düzey yöneticileri, sadece sosyal ağları, bilgisayarı ve akıllı otomobilleri ile değil, aynı zamanda kravatı ve ceketi bir kenara bıraktıkları kazaklı, kot pantolonlu ve terlikli giyim tarzlarıyla da 21. yüzyılı şekillendiriyorlar. Giyim tarzlarıyla Amerikan ulusal medyasında da sık sık yer bulan yöneticilerin bu ”sıradan hallerinin”, rahat giyimi tercih etmelerinin yanında tüketiciye bir mesaj vermeyi de amaçladığı ve resmilikten kaçarak ”halktan biri” izlenimi vermeye çalıştıkları şeklinde açıklanıyor. Edinilen bilgiye göre, Forbes’un en zenginler listesinde üst sıralarda yer alan, Time dergisince ”yılın adamı” seçilen Facebook’un kurucusu ve tepe yöneticisi Mark Zuckerberg, işe kapüşonlu montu, plaj terlikleri ve kot pantolonu ile gitmeyi tercih ediyor. Üst düzey toplantılara ya da tanıtım yemeklerine katılacağı zaman bile montunu ve kotunu üzerinden çıkarmayan Zuckerberg, toplantı öncesi küçük bir değişiklik yaparak terliklerinin yerine spor ayakkabısı giyiyor. Facebook’un San Fransisco’daki merkezinde de çok farklı çalışma politikası uygulayan kızıl saçlı patronun kendine özel bir odası bulunmuyor. Duvarların olmadığı Facebook’ta çalışanlar da işe serbest kıyafetle geliyor ve Zuckerberg’le yan yana masalarda oturuyorlar. İphone, İpad, İpod gibi ürünleri ortaya çıkaran ve 2010′lu yıllarda insanların teknolojiyi kullanma şekillerine yön veren Apple’ın beyni Steve Jobs ise kamuoyu önüne beyaz spor ayakkabıları, eskimiş mavi kot pantolonu ve boğazlı kazağı ile çıkmayı tercih ediyor. ABD Başkanı Barack Obama’nın, Slikon Vadisi’nin en gözde patronlarına Beyaz Saray’da verdiği yemeğe de aynı ”sıradan” kıyafetiyle gelen kanser hastası Jobs, herkesin merakla beklediği geçen haftaki tablet bilgisayar İpad 2′nin tanıtım toplantısında da sahneye spor ayakkabı, kot pantolon ve boğazlı kazaktan oluşan ”üniforması” ile çıkmıştı. ”Basit Olmanın Gücü” Amerikan’ın en büyük otomobil üreticilerinden Chrysler’ın İtalyan üst düzey yöneticisi Sergio Marchionne ise medyada göründüğü hemen her toplantıya, mavi ya da beyaz Oxford model gömleği ve onun üzerine giydiği koyu renk hırkası ile katılıyor. 2008 krizi sonrası iflasın eşiğinden dönen Chrysler’a yönetici olarak atandıktan sonra şirketi ayağa kaldıran ve geçen yılki kişisel kazancı 7 milyon dolar olan başarılı yöneticinin üç farklı kıtada çok lüks malikaneleri bulunuyor. Ekonomik gücüne rağmen, moda dünyasının pahalı markalarına yönelmeyen ve elbise dolabında tek rengin hakim olduğu sıradan kıyafetleri tercih eden İtalyan yöneticinin giyim tarzını modacılar, ”Basit olmanın gücünü keşfetti. Kravat takmayıp, rahat giyinen Marchionne’nin vermek istediği mesaj, kıyafetin önemsiz olduğu, daha önemli şeyin ürettikleri olduğudur” şeklinde yorumladı. Kendi ismiyle yarattığı markasıyla moda dünyasının en gözde isimlerinden biri olan Amerikalı Modacı Michael Kors ise sekiz sezondur yayınlanan televizyon şovuna hep aynı kıyafetle katılıyor. Kors, kot pantolon, tişört ve blazer ceketten oluşan kıyafeti sekiz yıl boyunca üzerinden çıkarmayarak kendinden söz ettirmesini başardı. Ülkenin en büyük şirketlerinden Oracle’ın üst düzey yöneticisi Lawrence Ellison, siyah boğazlı kazağı ve kahverengi blazer model ceketi ağırlıklı olarak tercih ederken, ünlü televizyoncu Joe Scarborough da her programına kot pantolon üzerine giydiği ceketiyle katılıyor. Kıyafetleriyle Oyuncak Bebek Oldular Amerika’nın iki büyük teknoloji şirketinin tepe isimleri, Apple’ın patronu Steve Jobs ve Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, üstlerinde kot pantolonlarıyla oyuncak bebek olarak hediyelik eşya satıcılarının raflarını süslemeye başladılar. MIC Gadget oyuncak firmasınca yapılan Jobs ve Zuckerberg ”bebekleri”nin satılmaya başlanmasının ardından, İphone’un yaratıcısı Steve Jobs şirketin oyuncak bebekleri üretimden kaldırmaması durumunda mahkemeye başvuracaklarını ve büyük bir tazminat davası açacaklarını belirtince ”küçük Jobs”lar raflardan indirildi. Steve Jobs’ın spor ayakkabı, kot pantolon ve boğazlı kazaktan oluşan iş kıyafetini, kendisini öne çıkarmamak için tercih ettiği, oyuncak bebeklerin Apple markasına zarar vereceği ve bu nedenle Jobs’ın bebek satışını durdurmak istediği öğrenildi. Facebook’un kurucusu Zuckerberg’i ayağında terlik, kot pantolon ve kapüşonlu montuyla gösteren bebeklerin satışı ise sürüyor. Zuckerberg oyuncak bebekte, Facebook kullanıcılarının en çok ilgi gösterdiği ”Beğendim” düğmesinin bir benzerini elinde tutarken tasvir edilmiş olarak yer alıyor.

Kaynak: Sabah

5 Kasım 2012 Pazartesi

Aşk ?!


Aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir...

Gözün başkalarını da görüyorsa sevdiğini sevmiyor musundur artık?

Birini sevmek topyekûn kapattırır mı "dükkânı"? Kepenklerin inmeli midir, elenmiş un varsa elek asılmalı mıdır duvara?


İnsan güzel adamları ve güzel kadınları "görüyorsa" hâlâ, hâlâ "bakıyorsa", aklından "Acaba?" diye geçiyorsa, aslında o kadar da dolu değil midir içi?

Bir boşluk mu vardır aslında? Ondan mı yani mesela?

Liseli bir meram gibi görünen bu bahis, derdi ömürlüktür esasında. Eğer bir tür "kalbî lobotomi" olabilseydi, birini sevince artık ömrünün sonuna kadar kafan karışmasaydı hiç, başka bir şeyi, başka kimseyi düşünemez hale getirilebilseydik kendimizi bir ameliyatla...

Oh! Ne şahane olurdu. Konu kapanır, işimize bakabilirdik. Ne ki hayat bölünüyor ortasından bazen. Nar gibi çatlıyor kalp yumuşak karnından. Dağılıyoruz kırmızı kırmızı, toparlayamıyoruz tanelerimizi.

Ama işte kalbimiz çırpıştı diye hata da yapmak istemiyoruz; hayatlarımız çok fena kıymetli. Tanıdığımız, sevdiğimiz, güvendiğimiz, alıştığımız hayatı bırakmak, bir güzele feda etmek elimizdekini de vicdani bir mesele.

Bir vicdan ve korku terazisi çalışıyor hep içimizde. Ne kadar korkuyoruz kaybettiğimizin yerini dolduramamaktan? Kalbimiz buruşacak mı kapılmasak hiç o yeni rüzgâra? İhtiyarlamış gibi mi hissedeceğiz? Başlangıcın heyecanı mı daha büyük yoksa kaybetmenin korkusu mu? Bir yeni ile karşılaştığımızda içimizin karmaşık hesap makineleri başlıyor tam yol çalışmaya.

Günahın lezzeti

Yanımızdaki, hayatımızdaki meşru olandır hep. Kabul edilmiş olan, arkadaşlarımıza tanıştırılmış olan, bizimle birlikte hatırlanan, birlikte hatırlandığımız kişi. Birini bırakmıyorsun ki bıraktığında, kendinin onunla tanımlanmış halini de bırakıyorsun aslında. Kendinin o kabuğunu bırakmak kolay mı?

Diğer yandan günah, her zaman daha lezzetlidir sevaptan. Ah günah! Bir nar gibi çatlar ve çatlatır insanı ortasından.

Ne çok kırmızıymış için, görür ve hayret edersin kendine. Neler neler yapabilirmişsin meğerse! Yeni insan hayretleriyle gelince meclise, minderler kaldırılır, döşekler havalanır. Ah! O tatlı günaha yer mi bulunmaz!

Ama ya eğer hayat güvenmek demekse? Ama ya hayat aslında bir hayretten uzun sürerse? Mesele budur ve hiç hakiki anlamda hesaplanamaz.

Ama bilirsiniz siz de, nar bir kere çatlarsa kimse taneleri toparlayamaz. Çatlatmayayım desen nar kıpırdar kıpırdar, duramaz. Ve kimse böyle büyük kararları verecek gücü kendinde bulamaz. Kimse doğrunun ne olduğunu, benim diyen kimse, bilemez.

İşaret ver hayat!

Kimse sevilmemeyi göze alamaz. O yüzden kimse kimseyi terk etmek istemez, karşıdaki anlasın da gitsin isteriz hepimiz. Ya gitmezse? O zaman bu büyük ve tehlikeli ve günahlı kararlar bize kalmasın isteriz.

Bir işaret versin hayat. Biz istemeden olsun, kalbimize hesap verirsen "Başka ne yapabilirdim ki?" demeyi dileriz.

Öyle bir şey olsun ki kaçınılmaz olsun günah.

Öyle bir şey olsun ki sen sorumluluğunu alma olanların.

Öyle bir şey olsun ki, tufan gibi alsın götürsün seni. Sen seçmemiş ol başına geleni. Bedeli ödenmesin yani. Nar kendi kendine çatlasın.

Sen dur öylece. Ellerin iki yana açık. "Ne yapabilirdim ki? Olacağı varmış" de. Çatlasın nar, saçılsın hayatın yerlere...

Ece Temelkuran - Nar Kalpler.

31 Ekim 2012 Çarşamba

The more ….. is better




Coca Cola Brezilya'da en çok kullanılan 150 ismi kutularına basıyordu. Bunun için “The more ….. is better” ifadesindeki boşluğu tüketicilerinin internetten doldurmasını istedi. Bir tüketicinin ‘Pepsi’ isim önerisi o kadar fazla oy topladı ki Coca Cola uygulamayı değiştirmedi.

30 Ekim 2012 Salı

Günün Fotoğrafı - Cumhuriyet Yürüyüşünden



Polis dün, Cumhuriyet’i kutlayan halka, yaşlı-çocuk ayırt etmeksizin tazyikli su ve biber gazı sıktı. Polisin sert müdahalesi hem vatandaşlara hem de polise zarar verdi. Kendi attıkları gazdan etkilenen polislere de yine, Atatürk’ün izinden gittiklerini gösteren, Cumhuriyet sevdalıları yardım etti. Biber gazı yüzünden gözü yanan bir polis ve gazın etkisini azaltması için ona limon veren vatandaşın bu fotoğrafı, dün Ulus’ta yaşananların iç yüzünü anlatıyor..

(TV'den alıntıdır)

28 Ekim 2012 Pazar

‎''Umudun yolcuları''


‎''Umudun yolcuları''

Bir dilek tuttuk içimizden.Görebilirmisin? daha önce hiç dilemediklerimizden.Bu yol hikayemiz farklı olsada..Yolumuz yolcumuz,inancımız,sevincimiz,üzüntümüz bir nasıl olsa.Haydi yürekleri bir olanlar sizde katılın bu umut dolu yolculuğa..Haydi yelkenler fora...
Hayellerin, Ümitlerin,Sevinçlerin,Hüzünlerin aynı olduğu bu yolculukta İSTERSEN SENDE GEL BENİMLE